Eğer Jeffrey Pfeffer son yazdığı kitabı tek bir cümleyle özetlemek zorunda olsaydı şöyle yazardı: “İş ortamlarımız bizi öldürüyor ve kimsenin umurunda değil”. Bir dakika bekleyin, bu oldukça yeterli bir özettir.
Siz umursamalısınız, son derece açık! Çalışanlar, iş verenler, devlet, toplum.. kısacası herkes iş çevresinin zehirlerinden bir şekilde etkilenir.
“Fiziksel veya psikolojik olarak sorunlu olacağınız bir noktaya kadar çalışıyorsanız, o müddetten sonra artık çalışmıyorsunuz. Toplumun bir sorunu haline geliyorsunuz,” diyor Stanford üniversitesinde profesör olarak çalışan Pfeffer. Ayrıca Pfeffer’ın araştırma konusu kuruluş teorileri ve insan kaynakları yönetimi üzerine odaklanmıştır. Şirketler paralarını sağlık masrafları, üretim kayıpları, yüksek ciro maliyetleri üzerinden hesapsızca tüketirler. Bunun yanında devletler ve toplumlar bunların uzun dönemdeki sonuçlarıyla, toplumdaki sağlık problemleriyle ve sosyal yardım sistemleriyle ilgilenmek zorunda kalırlar.
Pfeffer’ın Fatura için Ölmek adlı kitabına göre, Amerika’da yılda tam 120.000 ölüm ve yaklaşık 180 Milyar dolar sağlık masrafının sebebi iş çevresiyle ilişkilendiriliyor. Pfeffer ölümlerin yarısının, sağlık masraflarının ise 1/3’ünün engellenebileceğini açıklıyor.
Dolayısıyla, sorunu biliyorsanız ve umursuyorsanız, nasıl karşılık verebilirsiniz?
Oradan ayrılın. (ya da en azından tatile çıkın)
Pfeffer “her bir endüstride, daha iyi ve daha kötü iş verenler bulunur” diyor. Eğer çalıştığınız ortam zehirliyse, iç güdülerinizi takip edin sizin için daha iyi olan bir yere ayrılmaya çalışın, ve mümkünse bunu fiziksel ve psikolojik olarak bırakmak zorunda kalmadan önce yapın.
Kendinizi korumanın yolu kaçmaktır. Eğer kalıcı olarak kaçamıyorsanız en azından geçici olarak ayrılın.
Diye belirtiyor Pfeffer. “Çoğu insan hak ettikleri izinleri bile almıyor.”
Kendi destek ağınızı belirtin.
Tekrar ediyorum, geminin sizi ne kadar batırdığını anladığınız anda gemiden atlamanız her zaman mümkün olmayabilir. Ödemeniz gereken faturalar ve beslemeniz gereken bir vücudunuz vardır. Ayrıca yeni bir iş bulmak da öyle kolay değildir –özellikle de şimdiki işiniz ruhunuzu emiyorken.
Olayın ironisi ise işinizi sefil duruma getiren çoğu şey muhtemelen sizin daha iyi hale gelmenizi de engelliyordur. Mesela sevdiğiniz insanlarla zaman geçirmek ve kendinizle ilgilenmek gibi. Ama unutmayın, “arkadaşlar sizi daha sağlıklı yapar!” diye açıklamıştır Pfeffer. İşinizde ve işinizin dışında size ihtiyacınız olan desteği sağlayabilecek bir ağ kurun.
Çevrenizi hayat dengesini kurmuş insanlardan kurun.
Hayatınızda bir problem varsa atmanız gereken ilk adım bunun farkına varmaktır klişesi sürer gider. Ancak çevrenizde zararlı bir toplum yaygınken bunu yapmak kolay değildir.
“Uzun saatler boyunca, iş kontrolünü yapamayan, iş-aile çatışmasını normal bulan insanlarla çevriliyseniz, bir süre sonra durumu kabul etme aşamasına gelirsiniz” diyor Pfeffer, sosyal baskının ne derece önemli olduğunu vurgulayarak.
“Tüm zamanını çalışmakla geçirmeyen, ailesi ve arkadaşlarını arka plan resmi olmaktan öteye koyup onlarla vakit geçiren, işini otorite ve kontrolüyle birlikte yapan insanlar bulun.”
Eğer şirketinizi değiştiremiyorsanız, zaman geçirdiğiniz insanları değiştirin.
Anormal şeyleri kafanızda normal hale getirmeyin.
İnsanlar fazla çalıştıkları zaman bunu fark ederler. Uyanık kalabilmek için uyuşturucuya ihtiyaç duyacakları zamanı bilirler. Kendi meditasyonlarını alkolle yapmaya başladıklarını anlarlar. Beslenme düzenlerinin bozulduğunu anlarlar.
Bunları fark ederler diyor Pfeffer. Fark ederler, ama yine de devam ederler.
Pfeffer, kitabında insanların aldıkları anormal kararları normalleştirme sebeplerinin bazı detaylarına yer veriyor. X şirketini veya Y işini seçmenin bir hata olduğunu kabul etmek istemiyorlar. Bu sebeple “Yalnızca çılgınca geçecek birkaç ay”, “Bana iyi para veriyorlar” veya “Gidip gelme yolum zaten çok kolay” cümlelerini kendilerine söylemek onlara daha kolay geliyor.
Kendinizi “kaybeden” olarak görmeyin.
Çoğu insan, kendileri ya da başkaları tarafından “pes eden” olarak görülmekten de çok korkar. “İş zorluklarına rağmen hayatta kalma mücadelesi onur nişanesi haline gelmiştir,” diye yazıyor Pfeffer. Ayrıca bu karar bir ikili haline gelmiştir. “Ya işinizi yontup büyütürsünüz, ya da ayrılırsınız –yani kendinize, ailenize ve çevrenize bu baskıya daha fazla katlanamayacağınızı ve en iyisiyle baş edemeyeceğinizi açıklarsınız.”
İki şeyi unutmayın. Birincisi, iş konusunda hata yaptığınızı kabul etmek ve daha iyisini bulmak için adımlar atmak gayet normaldir. İkincisi, bazen hata yapan siz değilsinizdir, şirketinizdir.
Çözüm yolunuzda kendinize doğru soruları sorun.
Artık bırakma vakti diye bir karar verdikten sonra, zehirli bir ofis ortamından başkasına gitmediğinizden de emin olun. Pfeffer, yalnızca muhtemel yeni patronunuz değil, yeni iş arkadaşlarınız hakkında da sizde strese yol açacak sorunlar hakkında sorular sormanızı öneriyor.
Şunları deneyin:
Normal çalışma saatleri nasıl? Mesai çıkış saatinde gidebiliyor musunuz? Buraya gelmek ne kadar sürüyor? İş gezileri ne kadar süre öncesinde haber veriliyor? Burası neyi nasıl ve ne zaman yapacağınız hakkında bildiri yapılan bir kurum mu? Çoğu çalışan iznini rahat alabiliyor mu? Çalışanlar hastayken de işe geliyor mu?
Ama yalnızca cevaplarına göre de karar vermeyin. Ofisi sanki bir mülakata gelmişsiniz gibi inceleyin. Çalışanlar yorgunluktan bitkin ve somurtkan halde mi? İyiye işaret değildir. Eğer şirket yeterince büyükse, son basınları kontrol edin. Son zamanlarda işten çıkarma görülmüş mü? Kırmızı alarm!
Pfeffer’ın kitabı özetle son derece depresiftir. Ayrıca siz bu yazıyı okuduktan sonra (tabii sonuna kadar gelebildiyseniz) normal hayatınıza çok tanıdık geldiğini de fark ettiğinizi tahmin ediyorum. Bu son derece korkunç gelebilir, ancak aynı zamanda rahatlatıcı da olmalıdır. Çünkü yalnız değilsiniz, ve bu sorunu çözmenin birçok yolu var.
O nedenle, zehirli ortamlarda kendinizi bunaltmamaya çalışın. Kendinizi bilgilendirin. Sonrasında ise daha mutlu, daha sağlıklı ve hak ettiğiniz hayatı yaşayabilmeniz için sıradaki adımın ne olduğunun farkına varın.
Zeynep Gülin Böncü
Proje Yönetimi Okulu Blog Yazarı