Game of Thrones, diğer bir deyişle Taht Oyunları, ejderhalar, büyüler ve garip ağaçlarla dolu bir fantastik dünya olduğu kadar, insanlar ve bu insanların birbiriyle etkileşimiyle de alakalı bir dizi. Çoğu insanın bu diziye bağlanma sebebi, epik savaşlar ve bunların arkasındaki insanların yönetimdeki hileleri ve manipülasyonları da olsa, ben dahil büyük bir seyirci kitlesinin ilgisini çeken, dizinin, karakterlerin iç yüzünü ve onların birbirleriyle olan ilişkilerini sunuş şekli. Seri boyunca, karakterlerin olgunlaştığına ve değiştiğine, bu esnada edindikleri tecrübelerle tamamen bambaşka birer insana dönüştüklerine tanık oluyoruz. Bu karakterlerin aldıkları dersler, sadece Westeros’taki yaşam için geçerli değil; bu dersleri günlük yaşantımıza da uyarlayabiliriz.
İzlerken öğrendiğinizi fark etmemiş olabileceğiniz bu derslerden birkaçı:
Değeriniz, dış görünüşünüzden bağımsızdır.
Dış görünüş, bir insanın ne kadar önemli olduğunu veya kabiliyetlerini belirlemez. Dizide tekrar tekrar gördük ki Tyrion Lannister’ı görünüşüne bakarak hafife almak çok da akıl kârı bir hareket değil. İçinde bulunduğu sıkıntılı durumlardan nasıl başarılı bir şekilde çıktığı da bunu kanıtlar nitelikte. Nasıl görünürseniz görünün, eğer kafanıza koyarsanız insanları etkileyebilme ve onlarda değişim yaratma kabiliyetine sahipsiniz. Eğer doğru kullanmayı bilirseniz, aklınız çok güçlü bir silah; ne yazık ki bunu kullanmaktan alıkoyan ve hayatımızda görmek istediğimiz değişimleri yapmamıza engel olan bazen kendimizden başkası değil. O yüzden, kendinize inanmaya başlayın ve hayatta emin adımlarla ilerleyin.
Sizi öldürmeyen şey güçlendirir.
Arya Stark’ın dediği gibi, aldığımız her yara bizim için bir derstir ve her ders bizi daha iyi yapar. Aldığımız fiziksel ve zihinsel yaralar öğreticidir ve bizi şekillendirerek olduğumuzdan daha iyi bir insan olmamızı sağlar. Olgunlaşmanın tek yolu değişimden geçer ve bu değişim, genelde bize acı veren veya tatsız bir tecrübenin sonucudur. Acı çektiğimiz süreçte, bunu atlattığımızda çok daha güçlü bir insan olacağımızı hatırlatmamız gerekir kendimize. Başımıza gelen bu tecrübeleri kabullendiğimiz ve onlardan ders aldığımız zaman, aynı zamanda onların bize faydalı olmasına da izin vermiş oluruz.
Okuyun… Bu kadar basit.
Ne demişler, bilgi güçtür. Bilginizi arttırmanın en etkili yolu da okumaktan geçer. Elinizin altında internet gibi bir nimet var. Bu nimetten yararlanın ve okuyabildiğiniz kadar okuyun ve daha da fazlasını okumaya, öğrenmeye devam edin. Okumak sizi çok yönlü bir insan yapmanın yanı sıra ufkunuzu genişletir ve daha iyi odaklanmanıza yardımcı olur. Jojen Reed’in bölümlerden birinde söylediği çok önemli bir sözü var, “Bir okuyucu, ölmeden önce binlerce hayat yaşar, hiç okumayan insan, tek hayata mahkûmdur”. Bu alıntı, okumanın ne kadar zenginleştirici bir eylem olduğunun önemine değinirken Tyrion Lannister’ın bir sözü de bunu pekiştiriyor, “Nasıl bir kılıç, bileytaşına ihtiyaç duyuyorsa, bir zihin de kitaplara ihtiyaç duyar.”.
Aile olmak için kan bağı gerekmez
Evet, biyolojik kardeşleriniz veya ebeveynlerinizle kan bağınız olduğundan bir aile olabilirsiniz fakat ailenizi belirleyen tek faktör bu değil. Kendi ailenizi kendiniz yaratabilirsiniz. Uzun yıllara dayanan arkadaşlıklarınızı düşünün. O arkadaşlarınız artık sizin için sadece sıradan bir arkadaş değil, öyle değil mi? Nihayetinde onlar da sizin birer aileniz gibi olurlar. Jon Snow bunu bizzat deneyimleyen biri. Kan bağı olan akrabaları her ne kadar ailesi olsa da kardeş olarak gördüğü insanları Gece Nöbeti sayesinde tanıdı. Bu, bize, bazen kendi ailemizi seçebileceğimizi gösteren güzel bir hatırlatma.
Sizden daha tecrübeli insanları görmezden gelmeyin
İtiraf edin. Ara sıra her şeyi kendimiz biliyormuş gibi düşündüğümüz ve bizden daha fazla bilme ihtimali olan insanları umursamadığımız olabiliyor. Hepimiz bunu yapıyoruz. Amma velakin bu bizim için kötü sonuçlanabilir. Misal Jon Snow. Battle of Bastards bölümündeki savaşta biraz başına buyruk hareket ediyor ve uzun süredir Ramsay Bolton’la yaşayan ve onun yöntemlerini öğrenen Sansa’ya bırakın danışmayı kulak asmıyor. Nihayetinde, eğer Sansa bu duruma müdahale etmeseydi, Jon Snow savaşı kaybedebilirdi ve hepsi hapı yutardı. Bir dahaki sefere, sizden daha fazla tecrübeli olan bir kişi bir fikir beyan etmek isterse bu örnek gelsin aklınıza. O kişinin yardımını istemekten çekinmeyin. Sonucunda daha iyi bir durumda olacaksınız.
Sürüden ayrılanı kurt kapar
Bu madde, bir önceki maddeyi destekler nitelikte. “Karlar düştüğünde ve beyaz rüzgârlar estiğinde, yalnız kurt ölür ama sürü sağ kalır.”, serinin yazarı George R.R. Martin bu sözle taşı gediğine oturtuyor. Büyüdüğümüzde, bize uzatılan yardım ellerini savuşturmak ve her şeyi kendi başımıza yapmaya çalışmak kolay gelebilir. Bağımsızlığımızı kanıtlamak bizim için elzem olabilir. Kimse kendi başının çaresine bakmaktan aciz görünmek istemez. Martin’in, ilk kitapta geçen bu sözle anlatmak istediği, yardım istemenin normal olduğu ve bunda gocunacak bir şey olmadığı. İşler kötüye gittiğinde sıkıntılarla başa çıkabilmenin tek yolu yardım istemektir.
Olmadığınız biri gibi yaşamak istemiyorsanız topluma riayet etmeyin
Bu, belki de hepimizin hayatta öğrenebileceği en önemli ders. Martin, Arya Stark’ın diğer lortların genç kızlarının tam tersi olduğunu hep vurguladı. Onlar elbiseleri severken, Arya kılıçları seviyordu. “Normal” olan kızlar çay partilerinden hoşlanırken, Arya ata binmekten ve doğayla iç içe olmaktan hoşlanıyordu. Bunun için bir keresinde babasına “Ben bir leydi olmak istemiyorum.” diye yakınmıştı bile. Bu küçük kızdan öğrenebileceğimiz şey, sırf bizim dışımızda herkes aynı şeyi yaptığı için bizim de buna uyum sağlamamamız gerektiği. Eğer kendinize has tutkularınız ve ilgi alanlarınız varsa, onları benimseyin. Kim bilir? Belki bir gün hayat kurtarıcı bile olabilirler.
Şevval Serbes
Proje Yönetimi Okulu Blog Yazarı