İngilizce öğrenme aşamasında en çok zorlanılan konulardan biri de atasözleri ve deyimleri yerli yerinde kullanmak ve en önemlisi anlamak! Ata sözleri ve deyimler ait oldukları ülkelerin kültürlerini ve konuşma kalıplarını da yansıtmaktadır. Özellikle IELTS – TOEFL – YDS gibi sınavlarda hem okuma metinlerinde hem de boşluk doldurma sorularında İngilizce atasözleri ve deyimler karşınıza çıkabilir!
İngilizce Atasözleri:
1. “Don’t count your chickens before they hatch.”
“Yumurtlamadan önce tavuklarını sayma.”
Anlamı: Planlarınız her zaman iyi gitmeyebilir, bu yüzden bir işi tamamlamadan sonrasını düşünmeyin. O iş tamamlanana kadar bekleyin. Sonrasında ne yapacağınıza karar verirsiniz.
2. A rolling stone gathers no moss.
Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
Anlamı: Sürekli iş, yer değiştiren kişi bir türlü düzen kuramaz.
3. The grass is always greener on the other side of the fence.
“Çimenler tepenin diğer tarafında her zaman daha yeşil görünür.”
Anlamı: İnsanlar her zaman sahip olmadıkları şeyleri gözlerinde büyütür ve ona ulaşmak isterken ellerindeki güzellikleri görmezler.
4. “Don’t put all your eggs in one basket.”
“Bütün yumurtalarını bir sepete koyma.”
Anlamı: Her konuda her zaman B-C-D planların olsun, başarısız olduğunda veya kaybettiğinde elindeki her şeyi yitirme.
5. Action speak louder than words.
Eyleme geçmek, konuşmaktan ( sözlerden) her zaman daha çok işe yarar.
Anlamı: Bir konuda sürekli konuşmak ve plan yapmaktansa eyleme geçmek her zaman daha çok işe yarar. Az laf çok iş :)
6. You can’t make a omelette without breaking some eggs first.
Yumurtaları kırmadan omlet yapamazsın.
Anlamı: Bir şeyleri yapmak için bazı şeylerden vazgeçmen ve bazı kişileri feda etmen gerekebilir.
7. Money does not grow on trees.
Para ağaçta yetişmez.
Anlamı: Para kazanmak ve başarılı olmak için çalışmanız gerekmektedir, beklemek sizi bir yere ulaştırmaz.
8. Better Late Than Never
Geç olsun ama güç olmasın
Anlamı: “Yapılan işlerin başarıya ulaşması ve birtakım engellerin ortadan kaldırılması için fazla zaman harcanmasının ziyanı yoktur” anlamında bir söz.
9. “Keep your friends close and your enemies closer.”
Dostlarını yakın, düşmanlarını daha yakın tut.
Anlamı: Eğer bir düşmanınız varsa ona açık bir savaş ilan etmektense, arkadaşınız gibi davranın. Bu sayede sizin için ne planladıklarını öğrenebilirsiniz.
10. Nothing ventured, nothing gained.
Emek olmadan yemek olmaz.
Anlamı: Bir şeyden kazanç elde etmek için çaba sarf etmek gerekir.
İNGİLİZCE DEYİMLER
- A hard nut to crack: (çetin ceviz) uğraşılması zor kişi için kullanılır.
- A perfect storm: (mükemmel fırtına) olabilecek en kötü durum anlamında kullanılır.
- A piece of cake: (çocuk oyuncağı) ‘kolay lokma’ bir işin basit olduğunu ifade eder.
- A storm in a teacup: (küçük bir sorunu abartmak, büyütmek) ‘bir çay bardağında fırtına’ Türkçede ‘bir bardak suda fırtına koparmak’ olarak kullanılır.
- Actions speak louder than words: (lafla peynir gemisi yürümez) ‘eylemler, sözden daha yüksek sesle konuşur’
- As cold as stone: (buz gibi soğuk) ‘taş kadar soğuk’
- As right as rain: (tamamen doğru, haklı) ‘yağmur gibi gerçek’
- Barking up the wrong tree: (çözüm için yanlış yere bakmak) ‘yanlış ağaca havlamak’ çareyi yanlış yerlerde aramayı ifade eder.
- Better late than never: (geç olsun güç olmasın) ‘Asla olmamasındansa geç olması iyidir’ anlamındadır.
- Between a rock and a hard place: (iki arada bir derede kalmak) ikilemde kalma durumu.
- Born with a silver spoon in one’s mouth: (ağzında gümüş kaşıkla doğmak) doğuştan zengin, varlıklı, şanslı olmak.
- Break the bank: (el yakmak) ‘banka kırmak’ bir şeyin çok pahalı olması.
- Break the ice: (havayı yumuşatmak) ‘buzları kırmak, yok etmek’ anlamındadır. İlk defa karşılaşan iki insanın arasındaki gerginliği azaltmak ve birbirlerine yakın hissetmeleri için kullanılır.
- Burn bridges: (köprüleri yıkmak) ‘iki kişi arasındaki bağın kopması’
- Calm before the storm: (fırtına öncesi sessizlik)
- Chasing rainbows: (hayal peşinde koşmak) ‘gökkuşağı kovalamak’ olmayacak işleri kovalamak, gerçekleşmesi zor olaylar için uğraşmak.
- Come rain or come shine: (ne olursa olsun) ‘yağmurda yağsa, güneş de açsa’
- Comparing apples to oranges: (karşılaştırması doğru olmayan iki şeyin kıyaslanması) ‘elmalarla portakalların karışması’
- Cool as a cucumber: (sakin ve soğukkanlı olmak) tek tek çevirdiğinizde bir salatalık kadar serin anlamına gelir:)
- Costs an arm and a leg: (pahalıya mal olmak) ‘bir kol ve bir bacağa mal oldu’
- Cut the mustard: (iyi iş çıkarmak) ‘hardalı kesmek’
- Cut to the chase: (sadede gelmek) konuşmayı kısa kesmek, asıl anlatılmak isteneni bir an önce anlatmak.
- Don’t beat a dead horse: (boşa kürek çekmek) ‘ölü bir atı yenme!’
- Eat like a bird: (kuş kadar yemek) kuş gibi az yemek anlamındadır.
- Elephant in the room: (gün gibi ortada) ‘odadaki fil’ olarak tercüme edilse de, ‘görmezden gelinip hakkında konuşulmayan aşikar bir sorun’ anlamına gelir. Herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı görmezden gelinen bir konu için kullanılır.
- Every cloud has a silver lining: (her işte bir hayır vardır) ‘her bulutun gümüş bir kaplaması vardır’
- Fit as a fiddle: (sağlam, sağlıklı olmak) ‘turp gibi formda’
- Get a second wind: (soluklanmak) ‘ikinci bir rüzgar almak’
- Give a run for one’s money: (kök söktürmek) iyi mücadele etmek, kazanmak için elinden gelenin en iyisini yapmak.
- Give someone the cold shoulder: (birini önemsememek) ‘birine soğuk omuz vermek’
- Go with the flow: (olayları akışına bırakmak)
- Hang in there: (dişini sıkmak) vazgeçmemek
- Haste makes waste: (acele işe şeytan karışır) çevrimi ‘acele ziyan yapar’ dır.
- Have a memory like an elephant: (fil hafızasına sahip olmak)
- Have sticky fingers: (eli uzun olmak) çalmak, hırsızlık yapmak.
- Hit the books: (ineklemek) ‘kitaplara vurmak’ diye çevrilen çok çalışmak anlamında bir sözdür.
- Hit the roof: (tepesi atmak) tercümesi, ‘çatıya çarpmak’ olan sinirden tepesi atmak, çok kızmak anlamında kullanılan söz.
- Hit the sack: (kafayı vurup yatmak) ‘bir çuvala vurmak’ olarak tercüme edilir, kafayı vurup yatmak ve uyumak manasındadır.
- Hot under the collar: (küplere binmek) çok sinirlenmek.
- In the red: (borca girmek) borç içinde olmak.
- Leave no stone unturned: (aranmadık yer bırakmamak) her taşın altına bakmak anlamına gelir.
- Let the cat out of the bag: (bir sırrı ortaya çıkarmak) ‘çantadaki kediyi salmak’
- Like two peas in a pod: (ayrılmaz, sürekli yanyana olmak) ‘bir kapsüldeki iki bezelye’ olarak çevrilir, Türkçede ‘bir elmanın iki yarısı’ manasına gelir.
- Living hand to mouth: (ucu ucuna geçinmek) çok para olmadan, kıtı kıtına geçinme hâli.
- Look like a million: (harika görünmek) ‘bir milyon gibi görünmek’
- Lose your touch: (eskisi kadar iyi olmamak) ‘kontağı kaybetmek’
- Make a mountain out of a molehill: (pireyi deve yapmak) bir şeyi abartmak, büyütmek.
- Make ends meet: (kıt kanaat geçinmek) sadece temel ihtiyaçları karşılayabilme hâli. ‘sonları buluşturmak’
- Neck and neck: (başa baş gitmek) aynı düzeyde olmak.
- Old hat: (modası geçmiş)
- On cloud nine: (mutluluğun doruklarında) çok sevinçli olmak
- On the ball: (hazırlıklı olmak, işini bilmek) ‘topun üzerinde olmak’
- On thin ice: (kötü bir olayın olmak üzere olması) ‘ince buz üstünde’
- Once in a blue moon: (ayda yılda bir) ‘her mavi ay olduğunda’ bir şeyin çok nadir gerçekleştiğini anlatırken.
- Pull someone’s leg: (birini işletmek, kandırmak) şaka yoluyla birini kandırmak.
- Put one’s foot in it: birini istemeden utandırmak
- Raining cats and dogs: (bardaktan boşanırcasına yağmur yağması) ‘kedi köpek yağıyor’ yağmurun şiddetini anlatırken kullanılır.
- Ring a bell: (bir şeyler çağrıştırmak) ‘zil çalmak’ bir yerden anımsamak anlamındadır.
- Saving for a rainy day: (kötü günler için birikim yapmak)
- Sell ice to Eskimos: (tereciye tere satmak) ‘Eskimo’ya buz satmak’
- Shape up or ship out: (daha iyisini yap ya da git) Türkçede ‘ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin’ olarak kullanılır.
- Speak of the devil: (iti an çomağı hazırla) çevrimi ‘şeytanın konuşması’ olan, sevilmeyen birinin bahsi geçerken konuşmanın üzerine gelmesi durumu.
- Spill the beans: (baklayı ağzından çıkarmak) ‘sırları anlatmak’
- Stab someone in the back: (birini sırtından bıçaklamak) birinin güvenini kaybetmek, ona ihanet etmek.
- Talk like a blue streak: (konuşkan olmak)
- To be closefisted: (eli sıkı olmak) cimri olmak.
- Twist someone’s arm: (ağzından girip burnundan çıkmak) kelime anlamı, ‘birinin kolunu ters çevirmek’ tir. Ancak bir kişiyi ne yapıp edip ikna etmek manasına gelir.
- Up in the air: (askıda kalmak, havada kalmak) bir şeyin belirsiz oluşu.
- Weather a storm: (badire atlatmak) zorlukların üstesinden gelmek, hakkından gelmek.
- When it rains, it pours: (aksilikler üst üste gelir) Birden fazla kötü olayın arka arkaya gelmesi durumu. “Yağmur yağdığında dökülür” anlamına gelir.
- When pigs fly: Çevirisi ‘domuzlar uçtuğunda’ olan, bir olayın gerçekleşmesinin ne kadar imkânsız olduğundan bahsetmek için kullanılan kalıp.
- Work like a charm: (tıkır tıkır çalışmak)
- Work like a horse: (at gibi çalışmak) çok çalışmak, Türkçede ‘eşek gibi’ ile aynı anlamdadır.
- Devils in details – Şeytan ayrıntıda gizlidir.
Deyimler alıntı olarak https://blog.cambly.com/tr/ingilizce-deyimler-ve-turkceleri/ sitesinden alınmıştır.